Aidiyet

Her zaman beni takip eden, peşimi bırakmayan bir kavramla açılışımı yapıyorum o zaman. Hepimize hayırlı uğurlu olsun demekten kendimi alıkoyamadım zira beni tanıyanlar gevşeklik seviyemi bilir ve anlar diye umuyor, tanımayanlarınsa anlayışına sığınıyorum.
“Aidiyet”
Bu kelime o kadar soru işaretiyle geliyor ki senelerdir, hepsi de birbirine bağıntılı; kendimle ilgili, kadın olmakla ilgili, uzak olmakla ilgili, özlemekle ilgili…
Öncelikle bu kelimenin ilk aklıma getirdiği soruyu cevaplamakla başlıyorum: Ben nereliyim? Sonra gerisi kendiliğinden dökülecek zaten…
İstanbul’da, Bebek semtinde doğdum, büyüdüm. Annesi Manisalı babası Rizeli iki çocuklu bir ailenin küçük kızıyım. Yani doğdum ve hemen ait olduğum yer ve ortamlar hazırdı bile; Türkiye, İstanbul, Bebek, ailem.
Bizim zamanımızda ilkokul 5. Sinifin sonunda ortaokul/liseye devam etmek için çok büyük bir sınava girilirdi ve bu sınava girmeden önce de istenilen Anadolu liseleri ya da kolejler seçilirdi. Bu tercihler, tamamıyla anne babalarımızın kültür, eğitim ve keyif seviyeleriyle ya da bilinçaltlarındaki bastırılmış isteklerle yapılıyordu. Hoş zaten seçtiğimiz okula değil de puanını tutturduğumuz okula devam ediyorduk ama yine de o listeyi hazırlamak bile güç işti. Hayatımıza yön verecek bu kararın öneminin farkında olmamız bizim için mümkün değildi o yaşlarda. Ben de, muhtemelen benim jenerasyonumdaki çoğu kişi gibi annemin yaptığı listeyle devam edecektim; en sona “İtalyan Lisesi” ni yazalım dediğini hatırlıyorum annemin, o zamanlarki İtalyan Kız Ortaokulu.
O küçük dünyasında, nasıl bu kadar ileri görüşlü olduğunu ve o okulu neden kazanmamı istediğini hala anlamakta güçlük çekiyorum, sanırım kendi yapmak isteyip yapamadığı her şeyi benim yapmamı istedi annem ya da sadece İtalyanca farklı gözüktü gözüne. Ve tercih listemizin sonuna bu okul eklendi ve sonunda bu okulu kazanıverdim. Neden Galatasaray Lisesi’ni kazanamadim diye gözlerimin dolduğunu çok iyi hatırlıyorum, hiçbir sebebi yoktu ama herhalde doğma büyüme Galatasaray taraftarı olduğum için böyle bir isteğim vardı. Dedim ya o yaşta ancak bu kadarına aklım yetmişti.
Ortaokulu İtalyan Kız Ortaokulu’nda (şimdiki adıyla Galileo Galilei Lisesi), liseyi de İtalyan Lisesi’nde okudum. Yani hala İstanbulluyum, Bebek’teyim ama artık ait olduğum yeni yer ve ortamlar var. Mesela artık ve hala İtalyan Liseliyim, sağlam bir Galatasaray taraftarıyım ve yeni arkadaş ortamlarım var.
Üniversite seçimi sırasında bu sefer babamın değişik bir dayatmasıyla karşı karşıya kaldım. Seneler sonra anlamıştım ki Türkiye’nin 80’ ihtilalini görmüş zengin sağcılardan olan babamın en büyük korkusu, benim solcu olma ihtimalimdi. “Türkiye’de üniversite okuyamazsın, üniversite okumak istiyorsan yurtdışına gideceksin!” direktifi de benim hayatıma yeni bir kapı açıyordu. Hâlbuki zavallı babam Padova üniversitesine, hele de oradaki Siyasal bilimler fakültesinin politik duruşuna aşina olsaydı eminim İstanbul Üniversitesi’ni öpüp başına koyardı.
Tam da ergenlik yaşlarının bitip kişiliğin oturduğu 19-25 yaşları arasında Padova’da yaşadım. İlk başlarda insanlarıma duyduğum özlem çok ağır basıyordu. Nerede bir Türkiye manzarası görsem fiziksel anlamda burnumun direği sızlıyordu. Bu özlem zaman içerisinde çatallanmaya başladı. Evet, Türkiye’yi özlüyordum ama tatile her geldiğimde de inanılmaz bir şekilde evimi özlemeye başlıyordum, Padova’yı, İtalya’yı. Geri dönmek için gün sayıyordum. Sanırım o sıralarda milliyetçi kimliğim, kültürüm, çocukluğumda bana işlenen tüm sosyokültürel değerler tepetaklak oluverdi. Ve artık yeni iki kimliğim / aidiyetim vardı. Artık bayağı bir İtalya’ndım ve Padova Üniversiteliydim ve tabii yeni insanlar biriktirmiştim.
Okulu bitirince hiç istemeyerek ama şartlar sebebiyle mecbur kalarak Türkiye’ye döndüm. Bu dönüş sonrasındaysa her geçen gün kendimi daha az Türkiye’ye ait hissetmeye başladım. Yani işler benim için biraz karışmıştı.
Bunun sebebi bir insanın hayatındaki en önemli yaşların, kişiliğin oturduğu, olgunluğa doğru yol alınan bu yılların İtalya’da yaşanmış olması mı yoksa döndüğümde bambaşka bir insan olarak dönüşüm ve bıraktığım her şeyin bana yabancı gelmesi miydi bilmiyorum. Artık ailemin yeri bile çok değişmişti. Onlar benim onlardan uzak olmama alışmış, bense onlarsız ayaklarımın üzerinde durmayı öğrenmiştim. Sevgi değil bahsettiğim, ama yine o aidiyet hissi, yani aslında benim için artık ait olmama hissi. Nereye gitmem gerekiyor arayışına girişim bir iki sene almadı bile. Hayatın yaptığı başka planlardan ötürü bu adımı atmam 10 yıldan daha uzun sürdüyse de ben gitmek istemekten vazgeçmedim. Sonuçta gitmem gerekiyordu. Hep gerekti. Oturduğum her eve, nasılsa taşınacağım duygusuyla hiçbir zaman tam anlamıyla yerleşmedim. Şartlar olgunlaşıp gitme zamanı geldiğindeyse arkamda 25 yaşımda döndüğümden bambaşka bir ülke bıraktım. Ne gençliğimden görseller kaldı, ne de İtalya da yaşarken özlediğim hayatlar. Sadece arkamda bıraktığım insanlarımı özlüyordum. Bir de ne yalan söyleyeyim İtalya’ yı özlüyordum. Tüm bu hisleri kelimelere döktükçe ve okudukça da tek bir şeyi anlıyorum, ben tek bir yere ait olmayı seneler önce bırakmışım…
Bir yere ait miyim diye sorduğumdaysa tek bir cevabım var. Yine sınırları genişletmekten geri durmuyor ve ben birçok yere aitim diyorum. Ailemle birlikte huzurlu olduğum yere, geçimimi sağladığım yere, sevdiklerimin olduğu yerlere, yaşanmışlıklarımın, güzel anılarımın olduğu ve olacakları yerlere aitim.
Bu sonuca ulaşmak için sadece hislerime güvenmem ve isteklerimi de göz ardı etmemem gerekti. Biraz da bencil olmak gerekti ya da buna bencil olmak demeyeyim de, hayattaki en iyi arkadaşım “Ben” olduğuma göre onu görmezden gelmemem hatta onu ilk planda tutmam gerekti diyeyim. Kimse benim için kendinden veya kendi hayallerinden vazgecmeyecekti, rica edeceğim geçmesin de zaten. Bunu anlamak sanırım 30umdan sonra mümkün oldu. Sonrasında da aldığım kararla ben de kimse için kendimden ve ya hayallerimden vazgeçmemeye çalışıyorum. Susanna Tamaro sadece bir kitabinin adıyla bile çok şey anlatıyor olduğu gibi “Yüreğinin götürdüğü yere git.” Ben hala yüreğimi takip ediyorum, kendime yeni aidiyetler katıyorum ve şimdiye dek tüm yaşanmışlıklarım ve biriktirdiğim güzel insanlarım beni ben yapıyor, bu da sanırım beni en genel anlamıyla dünya insanı yapıyor. Güzel yüreklerinizi takip etmeniz dileğiyle.